SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Makedonya'da Üç Gün

Yazının Giriş Tarihi: 06.05.2014 23:13
Yazının Güncellenme Tarihi: 06.05.2014 23:13

Geçtiğimiz günlerde Balkanların, Kosova’dan sonraki  en genç ülkesi Makedonya‘ya bir gezi düzenledik. Başkent Üsküp başta olmak üzere Ohri, Kalkandelen, Struga ve Manastır’ı kapsayan üç günlük gezimiz 30 Nisan akşamı Viyana’dan başladı ve  4 Mayıs Pazar günü akşam üzeri yine Viyana’da sona erdi.

Gezi boyunca ülkedeki tarihi ve turistik yerleri gezdik. 542 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan küçük Balkan Ülkesi Makedonya  1991 de bağımsız bir ülke haline geldi.2 Milyon nüfuslu ülkenin yüz ölçümü 25 bin metre kare civarında.Yani Bizim Konya ilimizden daha küçük bir ülke.Konya’nın yüz ölçümünün yaklaşık 39 bin metre kare olduğunu hatırlatalım. İşte gezimizden notlar…

ÜSKÜP:

30 Nisan akşamı Otobüsle 20.Viyana Atib’ten hareket eden gezi otobüsümüz Macaristan ve Sırbistan üzerinden geçip 20 saatlik zorlu bir yolculuğun ardından   Başkent Üsküp’e ulaştı. yerleştikten sonra vakit kaybetmeden Üsküp gezisine başladık. İlk olarak Mustafa Paşa Camiini ziyaret ettik. 1492 yılında Sultan Selim’in veziri Mustafa Paşa tarafından yapılan bu cami 2006 yılından itibaren TiKA tarafından restorasyonu  yapılmaya başlanmış ve şu anda tamamlanmış durumda.

Hemen yanında 2006 yılında kurulan ve   Uluslararası Balkan Üniversitesi  binasını görüyoruz. Rektörü tanıdık bir isim.  Prof.Dr.Şinasi Gündüz.

İlk günün akşamında Üsküp’ün meşhur köftecisinde akşam yemeği yiyoruz. Yemeğin ardından akşam namazı için yine bir Osmanlı yadigarı olan Murat Paşa Çarşı Camiine geçiyoruz. Akşam namazını cemaatle kıldıktan sonra cami İmamı ile ayak üstü sohbet ediyoruz. İmam Efendinin gayet güzel Türkçesi ve biz Türklere ilgisi dikkatimizi çekiyor. Arkadaşlara: “Bu ilginin bizden kaynaklandığını sanmayın. Bu, 542 yıl bu topraklara adaletle hükmeden ecdadımızdan kaynaklanıyor. Yani onların kredisini harcıyoruz.”dedik. Bir de camide gençlerin çokluğu dikkatimizi çekiyor. Regaib Kandili akşamı olmasından mıdır yoksa her zaman böylemidir bilmiyoruz.

Akşam namazından sonra bir çay ocağında çay içiyoruz. Burası tıpkı Anadolu gibi.Hemen herkes az çok Türkçe konuşabiliyor.Oturduğumuz kahvede Türk TV izleniyor. Karşı taraftaki kahvenin duvarında Başbakan Erdoğan’ın Türk Bayraklı bir fotoğrafının asılı durması da dikkatimizi çekiyor.

Çayın ardından kısa bir meydan turu atıp Yatsı namazı için Mustafa Paşa Camiine geçtik. Namazı bir Türk hoca kıldırdı. Aynı zamanda Regaib Kandili olduğunda namazın ardından kendince duygulu ve bol acitasyonlu bir dua yaptı.Dua birilerine göndermelerle dolu idi. Belli ki paralel cenahtan bir hoca idi. Bu durum bizi üzdü tabi.Hocanın o caminin hocası olmadığını, o akşam camiyi ziyaret eden ziyaretçi gruplarla birlikte camiye gelip cami imamından müsaade alarak namaz kıldırdığını tahmin ediyoruz. Namazdan sonra camide açılan anı defterini de imzalayıp otelimize döndük.

Gezimizin ikinci gününde ilk olarak Üsküp‘ün hemen yanı başındaki 700 metre rakımlı Vodno Dağına doğru yöneldik.Tabi biz bu dağın zirvesine çıkmadık.Biraz aşağıdaki Üsküp’e tepeden bakan bir yerde inip Üsküp’i seyrettik, fotoğraf ve video çektik. Vodno Dağınnı tepesindeki 66 metrelik Milenyum Haçı da şehrin her yerinden görülüyor.14 sene evvel  Hırıstiyanlığın 2000. Yılı anısına dikilmiş.Tıpkı  Bosna Hersek Mostar’daki gibi.

Daha sonra Üsküp Tren Garını uzaktan görüp rehberimizden bilgiler alıyoruz. Tren garının dış duvarındaki 5:17 yi gösteren  eski bir saat dikkatimizi çekiyor.Öğreniyoruz ki 1963 büyük depremi  o saatte meydana gelmiş.Onun anısına bu saat buşekilde bırakılmış.

Meydana doğru giderken yol üzerinde meşhur Rahibe Teresa(1910 Üsküp doğumlu), diğer adı ile Gonca Boyacı anısına yapılmış anı evinin önünde durduk. Rehberimiz Aysel Hanım burası hakkında da bilgiler verdikten sonra  Meydana geçtik.

Bu meydan çok sayıda  heykelleri ile dikkat çekiyor. Burası Hırıstiyanların çoğunlukta olduğu bölge. Hemen yanı başında şehri ikiye ayıran Vardar Nehri üzerinde bulunan  tarihi Osmanlı Köprüsü bulunuyor.İsmi Fatih Sultan Mehmet Köprüsü. Bu köprünün inşaası 1451 de Fatih‘in babası 2.Murat tarafından başlatılmış  ancak köprünün tamamlanması oğul Fatih Sultan Mehmet’e nasip olmuş. Fatih Sultan Mehmet köprüsünün üzerinden geçerken köprünün tam ortasındaki Mihrab dikkatlerimizi çekiyor. Köprünün sembolü olan bu mihrap 2002 yılındaki restorasyon sırasında yıkılmış ve müslümanların ısrarı ve  Türkiye‘nin de baskılarıyla 2008 yılında tekrar yerine konmuş. Anlatılanlara göre Mihrabın tekrar yerine konulmak istenmemesinin sebebi de Osmanlı ve İslamı çağrıştırmasından kaynaklanıyor.

Köprüden geçip meydanın diğer yakasında bulunan  Makedonyalı Büyük İskendere ait büyük bir heykelin önünden geçerek 2.Bayezid zamanı Sadrazamlarında Davut Paşa tarafından(15. Y.Y)  yaptırılmış bulunan Davut Paşa Hamamını da ziyaret ederek yine bir Osmanlı yadigarı olan Kaban Han’a geçiyoruz.

500 bin nüfuslu Üsküp- diğer adıyla Skopja- Avrupanın diğer başkentlerine nazaran çok az gelişmiş bir kent. 540 yıl Osmanlı toprağı olan bu güzel diyarda hala Osmanı eserleri dimdik ayakta. Gördüğümüz her Osmanlı eserinde TİKA(Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) imzasını gördük. Tika büyük bir onarım faaliyet içinde Makedonya’da.

KALKANDELEN(Tetova):

Gezimizin ikinci günü olan 2 Mayıs Cuma günü öğle üzeri Üsküp’teki ziyaretlerimizi tamamlayarak  Üsküp’e 43 km mesafedeki Kalkandelen’e(Tetova) geçiyoruz. Kalkendelen’e vardığımızda Cuma namazı vakti idi.Cuma namazımızı meşhur Alaca Camiinde(yapımı 1438)  ya da diğer adı ile Abdurrahman Paşa Camiinde kıldık. 1833 yılında Recep Paşa’nın mimariye düşkün oğlu Abdürrahman Paşa tarafından onarımdan geçirildiği için de bu adla anılmaktadır.Bu caminin en dikkat çeken  tarafı Osmanlı-İslam mimarisine yabancı olan bir tarzda  içinin tamamen rengarenk süslemelerle dolu olması ve kubbesi olduğu halde kubbenin dışardan görünmemesi..

Cuma namazından sonra Kalkandelen‘in biraz kenarında bulunan Harabati Tekkesi ya da Sersem Ali Baba Dergahını ziyaret ediyoruz. Büyük bir külliye şeklinde 24 bin metre kare alan üzerine  yapılmış yeşillikler içinde bulunan bu külliye Makedonya Bağımsızlığını ilan ettiği sırada Hıristiyanların elinde idi.14 Mart 2001 tarihinde 7 tane cesur Müslüman UÇK askeri tarafından tekrar ele geçiriliyor ve o günden beri müslümanların elinde bulunuyor.Bu  7 askerden birisi olan kardeşimiz de bize  burası hakkında kendine has Türkçesi ile bilgiler verdi. Osmanlı Vakfı olan  bu büyük tekke 1538 de Bektaşi babası Sersem Ali Baba tarafından kurulmuş. „Sersem“ lakabının  verilmesinin de  ilginç bir hikayesi var.Sersem Ali Baba aslında Kanuni devrinde önemli bir devlet adamıdır.Vezirlik makamına kadar da yükselir. Gördüğü bir rüya üzerine devlet işlerini bırakıp sufice bir hayat yaşamak ister.Ve bunun için Kanuni’den izin ister.Kanuni ona:

Sen sersem mi oldun? Vezîrlik bırakılır da orada Dervîşlik mi yapılır” der. Ama o ısrar edince  Kanuni de  daha fazla üstelemez ve izin verir.

OHRİ:

Kalkandelen‘den ayrılarak Ohri’ye hareket ediyoruz.Yol üzerindeki 1700 rakımlı bir tepede bulunan tesiste kısa bir mola verdikten sonra 1 saatlik yolculuğumuzun ardından  Ohri’ye vardık.Ali Paşa Camiinde İkindi namazlarımızı kılarak şehri gezmeye başladık. 11 tane caminin bulunduğu bu şirin  beldede aynı zamanda bir de göl bulunuyor.İsmi Ohri Gölü.En derin yeri 260 metre olan bu göl Balkanların en eski ve derin gölüdür. Göl kıyısında akşam turu attık, balık tutanları seyrettikten sonra akşam yemeğini yine göl kenarında bir balık restoranında yedik. Menümüz tabiki Balık idi…

Yemekte sonra yine Ohri Gölü kenarında bulunan Struga kasabasına geçtik.Geceyi burada geçirdik.Burası 30 bin nüfuslu olup Arnavutluk’a sadece 13 km mesafededir.

Gezimizin son gününde (03.04.2014 cumartesi)  Struga’dan ayrılıp Ohri üzerinden  30 km mesafedeki Ohri gölünün/nehrinin  en önemli kaynağı olan tabiat harikası bir  turistik yere gidiyoruz. En derin yeri 4 metre olan  gölde  güzel bir tekne gezisi yaptık. Pırıl-pırıl berrak  bir suya sahip olan bu küçük gölet tabii bir göl. Suyun tamamı burdan çıkıyor.Buranın bir diğer özelliği de Arnavutluk  sınırına sadece 150 metre mesafede olması.Bu tabiat harikası göl kenarında çay kahve içip  gezimizin son durağı olan Manastır’a, diğer adı ile Bitola’ya  hareket ettik. Bu arada yol üzerindeki Resne‘ de de bir mola verdik.

RESNE:

Manastır’a giderken yol üzerinde bulunan Resne’de  kısa bir mola verdik.Burası 11 bin nüfusa sahip ve 2 bin civarında Türk yaşıyor. Elma diyarı olan bu kasabada 2 cami bulunuyor. En önemli tarihi Osmanlı yapısı Resneli  Niyazi Bey Sarayıdır. „Ne şehittir ne gazi pisi pisine gitti Niyazi“ deyimindeki Niyazi işte bu Niyazidir.Bunu da burda öğreniyoruz. Niyazi Bey 1873 de bu şehirde doğmuş ,İttihat ve Terakkinin önde gelen isimlerindendir. Aynı zamanda 2. Meşrutiyetin ilanına yol açan ayaklanmanın da lideridir. 1897 Osmanlı-Yunan savaşındaki başarılarından dolayı ünü iyice artan Niyazi bey 2. Meşrutiyetin ilanından sonra Selanik’te Hürriyet kahramanı olarak karşılanır. Bu kadar ünlü bir kumandanın 17 Nisan 1913 de Arnavutluk’un Avlonya limanında  kendi koruması tarafından öldürülmüş. Öldürülme sebebinin karanlıkta kalması ve kendi korumasınca öldürülmesi sonucu işte  Türk milletinin hafızasına yer edecek olan o meşhur deyim ortaya çıkmış.

 Resneli Niyazi bey sarayının önünde fotoğraf ve videolarımızı çekip hemen yolun karşısında bulunan evini de görüntüleyerek yolumuza devam ediyoruz.

MANASTIR/BİTOLA

Resne’den 32 km sonra Manastır’a varıyoruz.Manastır, ülkenin ikinci büyük kenti.Nüfusu yaklaşık 100 bin. Müslüman nüfus çok az. Ohri -Manastır arası 70 km mesafede. Manastır‘da ilk olarak 1898 de Mustafa Kemal Paşa’nın mezun olduğu Askeri İdadi(Lise)yi ziyaret ettik.Resneli Niyazi Bey de burada okumuş.Bugün müze olarak kullanılan bu binanın ikinci katında Mustafa Kemal’e ait bir bölüm bulunuyor.Buradaki anı defterini de imzalayarak binanın diğer bölümlerini geziyoruz. Daha sonra  Manastır’ın en büyük ve tarihi caddesinden doğru saat kulesi ve camilerin de bulunduğu meydana doğru yürüyoruz.1911 yılında Patişah Sultan Reşad’ın balkan ziyaretleri sırasında aracından inip yürüdüğü bu cadde Hamidiye Caddesi olarak anılıyor.Hamidiye caddesinden yürüyüp meydana varınca ilk göze çarpan bir saat kulesi.Yine Osmanlı eseri. Üzerindeki saat hale çalışıyor.Ama orjinalinde olmadığı halde kulenin tepesine haç takılmış.Meydandaki İshak Paşa Camii TİKA tarafından restorasyona alınmış, onarımı devam ediyor. Hemen  karşısındaki cami ise ibadete kapalı. Bu iki caminin birlikte resorasyona tabi tutulacağı söyleniyor.

Az ilerde yine Osmanlı yadigarı Kapalı çarşıdan geçiyoruz.Lakin çok bakımsız ve metruk görünüme sahip.Bizdeki kapalı çarşılar gibi cıvıl-cıvıl değil yani.Kapalı çarşıdan karşıya geçip Elveda Rumeli dizisinin çekildiği sokağı da ziyaret ediyoruz.

Daha sonra tekrar Hamidiye caddesinden geçip Askeri İdadi’nin önünden bir kez daha geçerek otobüsümüze geçiyoruz.Burası, üç   günlük Makedonya gezimizin son durağı idi.Dönüşle birlikte yağmur da başladı.Zorlu bir dönüş oldu. Cumartesi akşam saat 18:15 de Manastır’dan hareket edttik ve tam 23 saat sonra Viyana’ya geldik. Yolun Uzun olması (Manastır –Viyana arası 1190 km), sık-sık mola vermemiz ve  gümrüklerde saatlerce bekletilmemiz yolculuğumuzu planlanandan daha da fazla uzattı.Ama her şeye rağmen güzel anılarla dolu bir gezi oldu.Emeği geçenlere teşekkürlerimizi iletiyoruz.

05.05.2014/Viyana

YAZARIN DİĞER YAZILARI

    Doğankent Gazetesi, Harşit Vadisi'nin Sesi
    En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.